top of page

Günlük Sevdası (I)






 

Günlük Sevdası (I)

 

 

Kendime ait web sitesine kavuştuğum günden bu yana kişiye özel bir fanzin çıkarmaya başlamış gibi hissedeceğim o bağımsız, yayıncıdan muaf blog alanına yerleşmenin de hayalini kuruyordum. Sonunda oldu. Başardım. Öğretilemeyen Şeyler bahçesindeki tüm arkadaşlarımla ve bugüne dek yüz yüze gelemediğim okurlarımla buluşmanın, sohbet etmenin kestirme bir yolu olarak görüyorum bloğu. Ve heyecanımı saklayacak herhangi bir yöntem geliştirebileceğimi sanmadığımdan ilk yazıda o salınıma da yer vereceğim. Sakınımsız, yapıt kalıbına girmeyen, duygusunu, taşkınlığını, durgunluğunu, şaşkınlığını vb. saklamayan, sohbet tadında ve günlüğe komşu aktarımlar yazmayı hayal ediyorum. Ve işte başladım bile. Ferah heyecan, coşkulu kavuşma. Ve açılsın deneme musluğu! Haftada bir burada buluşmaya ne dersiniz?

 

Yayımlanan kitaplar, yazılar, söyleşiler bir yana sohbetlerde, oturumlarda, podcast’lerde dile gelenler, atölyelerde bahsi açılanlar ya da ortak çalışmalarda konu etme fırsatı bulduklarımız nedense hiçbir zaman yeterli olmuyor tüm yaşananları aktarmaya. Hayat yazıdan bir bakıma çok daha kapsamlı, içerik açısından zengin, yoğun diye düşündüğümüz zamanlar oluyor. Ama bir yandan da çok iyi bilip duyumsadığımız gibi tam tersi de söz konusu değil mi?: Yazının, şiirin zamanı esneten, eğip büken, ona dilediği gibi şekil verirken herhangi bir meseleyi tahmin edemeyeceğimiz derinliklere sevk eden boyutları var. Peki böylesine hıza odaklanmış bir çağda bizler yazının nabzını nasıl elimizde tutacağız?

 

Tanışma mealindeki bu ilk yazımda sizlere bir bakıma beni rekora doğru koşturan “Günlük Sevdası”ndan söz açmak istiyorum. Tabii bu daha başlangıç. Başlıktan da duyurduğum gibi günlük konusu bir yazıda ele alınamayacak kadar çok boyut içeriyor. Fotoğrafa bakıp aldanmayın; gördüğünüz aşağı yukarı beşte biri günlüklerimin. Çocuklukta, ilkgençlikte tutup da kaybettiklerimi saymazsak düzenli günlük hayatıma 12 Nisan 2002’de başlamışım. Ve bir defter dışında da hiçbir günlüğüm kayıp değil. 2002. Otuz yaşım. Neden otuz yaş diye sorup da buna şaşıracak biri çıkarsa hiç kuşkusuz ya kadın değildir, kendini kadın gibi duyumsamıyordur ya da henüz otuz yaşına gelmediğinden o dönemecin sarsıntılarını deneyimlememiştir. Yaratıcı potansiyelini yıllar boyunca bastırmış, o alana komşu mesleklerle üstünü ustalıkla örtmeye çalışmış, kendini olabildiğince dolu dolu bir hayata sermiş şaşkın bir özneden bahsediyoruz. Ancak böylesine uyutulmaya çalışılan o yaratıcı kaynağın belli ki bastırıldığı oranda tazyikle kendini er ya da geç ortaya çıkartacağı hesaplanmamış.

 

Evet, ilk günlüğüme başladığımda meseleyi böyle etraflıca dışarıdan görüp değerlendirecek nesnellikten yoksundum elbette. Yazma arzusu farklı farklı damarlarda kendine yollar açarken belli ki günlük de bu hareketlilikten nasibini almıştı ve durdurulamaz bir hızla akıyor da akıyordu mürekkep. Sancılı kadın öznenin otuz yaşından söz ediyorsak günlük bir bakıma devadır. O zaman bunun adını da koymamıştım henüz ama Freud’un otoanalizini örnek aldığımı, cüsseme bakmaksızın “Ben de yaparım” diyecek cesareti bulduğumu; benliğimin, bilinçaltımın, dışının, ötesinin, dip bucağının, bilincimin-zihnimin-kalbimin, cümle boşlukların ulaşıl(a)maz sanılan tüm ücraların keşfine çıkabileceğime dair bir güvenle, beklentiyle; inançla bileklerim ağrıyana, kolum uyuşana dek yazıyordum. Günde otuz sayfaya ulaştığım oluyordu ama skor peşinde de değildim bir yandan. Her yere defteriyle giden; en umulmadık yerlerde bir köşeye çekilip ya da uluorta dünyayla tüm temasını keserek kendini günlüğe kilitleyen bir tuhaf karakterdim. Yakınlarım alışmıştı bu hallerime de bir başkasının eline geçer de günlükleri okunur kaygısıyla bu heveslerini çoktan rafa kaldırmış olanlar imrenmeyle-yargılama arasında bir yerden bakarken çok da şaşırıyorlardı bu hallerime. Hiç çekinmedim günlüklerimin okunmasından. Halen de öyle. Biri benimle günlüğümü okuyacak kadar yakından ilgileniyorsa, bana böylesi bir merakla derinden bakma ihtiyacı duyuyorsa hak ediyordur onları okumayı diye düşündüm. Ve biliyor musunuz başıma hiç istemediğim bir şey gelmedi yirmi üç yıl boyunca. Ya da benim haberim olmadı bundan.

 

Şu an 183. günlüğüme başladım. Demek ki ortalama yılda sekiz günlük tutmuşum. Bana bazen soruyorlar; geri dönüp okuyor muyum, hiç yayımladım mı ya da günlüğüme kaydettiklerimden kitaplarımda ya da yazılarımda faydalanıyor muyum diye. Cevabım hayır. Şimdiye dek yalnızca bir kez, o da üzerinde epeyce değişiklik yaparak günlüğümden bazı sayfaları yayımladım, hepsi bu. Ama diyorum ki eğer sağlıkla yaşlanırsam ve hiç sanmıyorum ama o uzun günlerde konu sıkıntısı çekersem geri dönüp bu günlüklerle bir anlaşma yapmaya soyunabilirim. Tabii o günler geldiğinde günlükler bana yüz verirlerse ve kargacık burgacık, uzaktan estetik yakından feci yazımı okuyabilirsem.

15 views
bottom of page