17 Haziran
Pelin Özer
Hayat, ayrılık, ölüm, diriliş ve doğa yazının merceğinden nasıl görünür? Zamanda ve mekânda gezinirken gerçeklik duygumuz adeta bir hayal âlemindeymişiz gibi altüst ediliyorsa… Hem de bu yazı marifetiyle oluyorsa… Yazı dilinin bazen rüyaların diline dönüşmesi ve bu dilde yeniden vücut bulan gerçeklik midir yoksa? Bu mudur bizi en saf halimize yaklaştıran?
“Yazının buyruğundaydım artık, o dışarı çıkmak istiyor, beni peşinden sürüklüyordu. Üzerimde biriken bakışları önemsemiyordum, yazmak giderek altıncı duyu olmuştu. Uyumsuzların, evsizlerin, kentin dışına ittiklerinin karnavalına katıyordu beni. (…) Mürekkep marifetiyle her solukta eşyayı değiştirecek gücü ele geçirebilirmişim gibi hissediyordum. Sadece sözde değil, gerçekte de… Her adım bir hece diyerek yürüdükçe kentin de silinerek geçmişine, yalnız olduğu saf günlerine ereceğini hayal ediyordum.”
2011 Duygu Asena Roman Ödülü
Alef Yayınevi
Birinci Baskı, 2011
İkinci Baskı, 201